Hakikati Teslim Eden Bir Bilim Adamı
1984 yılında, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji-Embriyoloji Anabilim dalında doçent (şimdi profesör) olan bir arkadaşımı ziyaret gitmiştim. Bana, Üniversite kütüphanesinden aldığı İngilizce bir embriyoloji kitabının bazı sayfalarını gösterdi. Kitap, Kanada’nın Toronto Üniversitesi Anatomi Bölüm Başkanı ve çeşitli ilim kuruşlarının üyesi olan Prof. Dr. Keith L. Moore’un, ismi; Gelişen İnsan olarak tercüme edilebilecek büyük boy ilmî bir eserdi[1].
Embriyoloji ilmine göre, insanın tek bir hücreden itibaren gelişimini teferruatıyla anlatan bu kıymetli eser, sekizinci ve dokuzuncu sayfalarında insan embriyolojisinin tarihçesinden bahsediyor. Ortaçağda insanların fen ilimlerinde terakkilerinin yavaş olduğundan ve ancak Müslümanların mukaddes kitabı Kur’an’da insanın tek bir hücreden itibaren gelişimi hakkında mühim bilgiler verildiğinden geniş bir şekilde bahseden kısmı, bilhassa dikkati çekmekteydi.
Bu anabilim dalının dışında olmama rağmen, benden bu konuyu işlememi isteyen arkadaşımın isteği üzerine, Zafer dergisinin Eylül 1984 sayısında neşredilen çok kısa bir yazı göndermiştim. O yazıda kısaca şöyle demiştim:
Çeşitli fen ilimlerinin tarihî gelişimleri incelendiğinde, araştırma metot ve vasıtalarının bugünküne nispeten çok daha kifayetsiz olduğu Ortaçağda, insanların umumiyetle daha önceki bilgilerin tahliline dayalı yeni tahmin ve yakıştırmalarla, sonradan yanlışlığı ispatlanan teoriler ortaya atmaktan fazla ileri gidemedikleri görülmektedir. İnsanın ilk 40 günlük nutfe, ikinci 40 günlük alaka ve üçüncü 40 günlük mudga safhalarından geçerek tek hücreden itibaren gelişimine dair 14 asır önce Ortaçağ denilen zaman aralığı içinde insanlara nazil olan Kur’an’da verilen bilgiler, bugünkü modern embriyoloji ilmiyle de teyid ve tasdik edilmektedir.”
Kur’an’ın İnsanın Yaratılışını Tarifi, Tıp Bilimiyle De Gözleniyor
Bu yazımı okuyan, Kanada’nın Toronto şehrindeki Zafer dergisi okuyucusu olan Türkler, kendi şehirlerindeki bu profesörü ziyaret edip meseleyi geniş bir şekilde konuşmuşlar. Bir Kanada radyosunda kendisiyle uzun bir program da yaptıktan sonra, Prof. Moore, The Gazette ve The Globe and Mail adlı günlük iki gazetede, 22-23 Kasım 1984 tarihlerinde neşredilen geniş beyanatta bulunmuş, ayrıca ilmî bir makalesinde bu konuyu işlemişti. Embriyoloji Mevzuunda Mu’cizeler başlığıyla neşredilen ilmî makalesinde Prof. Moore, Kur’an âyetlerini ve hadisleri hem orijinal yazılışıyla hem de İngilizce mealleriyle klişeler halinde hazırladığı posterleri basın toplantısında gazetecilere göstererek resim çektirmiş, bunları sayfa ebatına göre küçültülmüş halde ilmî makalesine de koymuştu.
Prof. Dr. Keith L. Moore, neşrettiği bu ilmî makalesinde, Kur’an ve hadisten embriyoloji mevzuunda tespit ettiği Mu’cizelere şöyle işaret ediyordu:
Embriyoloji mevzuundaki ilk çalışmalar, bildiğimiz kadarıyla M.Ö 4. asırda yapılmış ve gelişen civciv embriyonları incelenerek mukayeseli bir neticeye varılmak istenmişti. Bu çalışmanın üzerinden geçen yaklaşık 2000 yıl boyunca embriyolojide dikkate değer bir gelişme görülmedi. Ve mikroskobun 17. yüzyılda keşfedilmesiyle, insan hücresindeki embriyolojik safhalar belirlenmeye başladı. Birkaç yıl boyunca Kur’an ve hadisler üzerinde çalışma yaparak insanın embriyolojik gelişmesini inceledim. Ve 7. yüzyılda insanlığa gönderilen bu ilâhî kitaptaki, ilmî hakikatlerle tam uyum gösteren bilgiler karşısında şaşırıp kaldım.
Şimdi Kur’an’dan seçtiğim âyetleri, embriyolojideki son gelişmelerin ışığındaki bilgilere dayanarak ele alacağım.
İnsanoğlunun ana rahminde devreler halinde geliştiği, bir fikir olarak 1942 yılında ortaya atılmış, ancak, bugün de geçerli olan son bilgiler, 1974 yılında herkes tarafından kabul edilmiştir. Hâlbuki Kur’an, Zümer Sûresi 6. Âyette mealen:
Allah sizi tek bir nefisten yarattı, sonra da ondan eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. O’ndan başka İlah yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (O’na kulluktan) çevriliyorsunuz? demek suretiyle, insanın gelişmesinin üç karanlık bölgede cereyan ettiğini açıkça belirtmektedir. Embriyoloji biliminin son tespitlerine tam olarak uygunluk gösteren bu bölgelerden birincisi rahim duvarı, ikincisi annenin karın zarı, üçüncüsü ise, birleşik embriyo ve kroyonların meydana getirdiği amniyokoriyonik membran’dır. Bu üç anatomik bölge, embriyonu dış tesirlerden ve zararlardan korur. Mü’minûn Sûresi 12-14. âyetleri ise, ilk haftalardaki gelişmeleri dile getirirken insan embriyosunun da eksiksiz bir tarifini yapıyor ve onun tırmanan sülük gibi bir şekilden, bir çiğnemlik ete döndüğünü ifade ediyordu:
Biz insanı çamurdan, bir sülâle’den yarattık. Sonra onun neslini sağlam bir karargâh olan dölyatağında dökülmüş su yaptık. Sonra o dökülmüş suyu kan pıhtısı, bu kanı da bir çiğnem et yaptık. O bir çiğnem etten kemikler yarattık. Kemikleri de et ile örttük. Sonra onu başka bir yaratılışta yaptık. Allah; bilgide, güçte ve kuvvette pek yücedir, yaratanların en güzelidir.
Bu âyetleri ilk önce anlamamış olmamıza rağmen, insan embriyosunun 24. gün sonunda aldığı şekli Arap sülükleriyle karşılaştırdığımızda, hayret içinde kaldık. Embriyonun bu hali, sülüklere son derecede benziyordu. Ve bu dönem alakanın lügat manalarından biri olan tırmanan sülük ifadesine uygun olarak, embriyonun rahim duvarına tırmandığı dönemdi.
Asırlar boyunca, insanın ufak bir modelinin erkeğe ait spermler içinde bulunduğuna ve bunun ana rahminde hiç değişmeden büyüdüğüne inanıldı. Benzer şekilde diğer bir grup da anne yumurtasında bir insan modelinin bulunduğunu ileri sürüyordu. Yani asırlar boyunca, sperm ve yumurta hücreleri birbirinden ayrı olarak ele alındı. Embriyolojide insanın zigot denilen tek bir hücreden yaratıldığını, bunun da yumurta hücresinin döllenmesiyle meydana geldiğini, ancak 18. yüzyılda Spallanazani tarafından yapılan deneyler neticesinde öğrendik. Hâlbuki Kıyame Suresi’nin 37. ve Secde Suresi’nin 8. âyetleri bu keşiften tam on bir asır önce, “Nutfe” olarak bahsedilen zigotun nasıl meydana geldiğini belirtiyor, Abese Suresi’nin 19. âyeti ise, zigotun gelişmekte olan insanoğlunun özelliklerini ve onun hayat programını taşıdığını açıkça anlatıyordu. 19. yüzyılın sonlarında keşfedilen bu durum, Kur’an tarafından asırlar öncesinden belirtilmişti ve işin enteresan tarafı bu âyetlerin o asrın insanları için bile rahatlıkla anlaşılabilecek şeklide olmasıydı.
Spermin, döllenmeyi sağlayan faktör olduğu son asırlarda keşfedilirken, Kur’an âyetleri döllenmeyi, tarif etmekle kalmamış ve spermin özelliklerini de ortaya koymuştu. Dışarı atılan milyonlarca spermin ancak çok küçük bir bölümünün yumurtanın beklediği rahime ulaşabildiği ve bunlardan sadece bir tanesinin yumurta hücresi ile birleştiği 18. yüzyılda keşfedilmişti. Hâlbuki Allah, Kıyamet Suresi’nin 37. Âyetinde;
O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? ve Secde Suresi 8. âyetinde;
Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir. denilerek 1200 sene öncesinden insanın bu yaratılış safhasını açıklamış bulunuyordu. Bununla alâkalı bir hadiste de, her meniden çocuk olmadığı açıkça ifade edilmekteydi.
Yukarıdaki ifadelerine ilâve olarak, Dr. Moore, Mu’cize olarak vasıflandırdığı diğer tespitlerini de şöyle anlatmaktadır:
Araştırmalara göre, embriyo döllendikten on gün son rahime iner. Sekizinci haftada insana benzer. Rahime gelmesinden 50-55 gün sonra, embriyo her şeyiyle insandır artık. Ancak kulak ve gözler, 4. haftada şekillenmeye başlar. 6. haftanın sonunda iyice belirgin hale gelir.
Bir hadiste: “Nutfe meydana geldikten kırk iki gün sonra, Allah (CC) ona bir meleğini gönderir, cenine karakterini aşılar, duyularını (göz ve kulak gibi) yerleştirir, etini, kemiğini yaratır ve melek “Allah’ım” diye sorar. Bu erkek mi, dişi mi?” buyrulur. Peygamber (sav) kelamında, ancak 1100 sene sonra ilmen ispatlanabilecek bir hadisenin günleri aynen verilerek tarif edilmesi, acaba mu’cizeden başka hangi kelimeyle ifade edilebilir?
Bu hadiste bir incelik daha vardır. Melek Rabbin niçin bebeğin cinsiyetini sormaktadır? Bu sorunun cevabına, bugünkü ilmî bilgilerle bakıldığında hayret vericidir: Çünkü İnsanoğlunun daha yeni anladığı bir hakikat, yani ceninin cinsiyetinin embriyonal dönemde belli olduğu ifade edilmiştir. Ceninin eti, kemiği tamamlandığı, karakteri ve duyuları yerleştiği halde, cinsiyeti henüz belli değildir ve hadiste bu durum 1200 sene önce, harika bir şekilde bildirilmiştir.
Kur’an, ayrıca insan blastosistine ait bir işleme de implantasyon, (yani ekme işlemi) açıklık getirmektedir. Bakara Sûresi’nin 223. Âyeti; “Kadınlarınız sizin için bir tarladır…” demek suretiyle blastosistin rahimdeki durumunu, toprağa atılan tohuma benzetir. Bu âyet de çok mânidardır. Çünkü, toprak tohumu örttüğü gibi, rahmin epidelyumu da ona asılan blasosisti örter. Ve blasosist, hemen ardından beslenmek maksadıyla kroyonik villi adı verilen lifçikleri meydana getirir. Aynen tohumların, toprak içindeyken beslenmek için çıkardıkları kökler gibi…
Dr.Moore, kendisini hayrete düşüren bir başka tespitini de şöyle anlatıyor:
Daha önce verdiğimiz Kur’an âyetleri, insan embriyosunun dört haftalık şeklinden, neden Bir çiğnemlik et (mudga) olarak bahsetmektedir? Kur’an’da mudga kelimesiyle ifade edilen bu 4 haftalık embriyonu incelediğimizde, üzerinde tesbihimsi bir yapı meydana geldiğini ve bu yapının görünüş olarak, diş izlerine benzediğini, hayretle gördük. Dört haftalık insan embriyosunu plastikten bir modelini yaptık ve ağzımızla çiğneyip diş izlerimizi bıraktık. Meydana gelen şekil, hakikî embriyoya fevkalade derecede benziyor ve Kur’an’ın bu safhadaki embriyodan niçin mudga (bir çiğnemik et) olarak bahsettiğini çok güzel açıklıyordu. Bir çiğnemlik et hakkında Kur’an’da verilen bilgilerle, bugünkü embriyolojik çalışmaların neticeleri arasındaki uygunluk bundan ibaret de değildir. Müminûn Sûresi’nin 14. Âyetindeki … O bir çiğnem ette kemikler yarattık. Kemikleri de et ile örttük. Sonra onu başka bir yaratılışta yaptık. Mudga da meydana getirildiği bildirilen bu gelişmeler, yapılan embriyolojik çalışmalar neticesinde de, aynen âyetin ifadesindeki gibi tespit edilmiş; hatta beyin ve kalp gibi organların da bu safhada teşekküle başladığı görülmüştür.
Bugünkü embriyoloji ilminin tespitleriyle Kur’an ve hadisi karşılaştırarak Kur’an ve hadislerdeki Mu’cizelere hem basın toplantısıyla hem de kitaplarla dikkati çeken Kanadalı Profesör Keith L. Moore, bu mevzuda son olarak şunu söylemektedir:
Kur’an âyetlerinin ve hadislerin açıklamalarının bugünkü müspet ilimlerle de doğrulanmış hakikatlerini, bilgimin artmasıyla daha iyi değerlendirebileceğimi zannediyorum. Din ile ilim arasında yıllar boyu bırakılan mesafenin, Kur’an ve hadislerin hakikatlerinin anlaşılması ve anlatılması ile kapatılabileceğine inanmaktayım.
Prof. Dr. Keith L. Moore’un Müslüman olup olmadığını bilmiyoruz. Eğer Kur’an ve hadislerde, profesörlük mevzuu ile alâkalı bu Mu’cizelere sadece ilmî perspektifle, bakmakla iktifa edip bunun ilerisine geçememişse ve iman edip Müslüman olamamışsa, bu onun meselesidir ve dünyadaki kulluk bir imtihandır. Onun bu delillere rağmen, iman etmemesi, bizim imanımıza bir zaaf getirmez. Aksine “En kati hakikat odur ki, düşmanları dahi onu tasdike mecbur olur” kaidesiyle, bağlı olduğumuz iman hakikatlerinin hakkaniyetini İslâm düşmanı bile olsa tasdikiyle, imanımıza kuvvet vermiş olur.
Mü’minlerin, Allah (CC)’a, İslâm’ın hak din olduğuna, Kur’an’ın Allah (c.c)’ ın kelamı, Peygamberimiz (sav)’in Allah (c.c)’ın resulü, bize gönderdiği elçisi olduğuna inanmak ve bu inancını arttırmak için aslında Kanadalı bir profesörden ders almağa da ihtiyacı yoktur. Çünkü gerçek bir mü’min, Kur’an’ın “En hakikî mürşid” olduğuna inanır.
[1] Kitabın tam ismi: Moore, K.L; The Developing Human-Clinically Oriented Embryology, 3.rd Ed. Philadel-phia, W.B Saunders Co, 1982.
Yazar
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Kimya Bölümü
(E) Öğretim Üyesi