Son günlerde medyada yaratılışın bilimsel olmadığı ve ders kitaplarına girerse bilimsel ilerlemeyi engelleyeceğine dair yazılar görmekteyiz. Acaba böyle midir?
Bir ağaç gücünü kendi köklerinden alır. Kök ile yaprağın ve meyvenin irtibatını keserseniz ağaç beslenemez ve ölür. Millet olarak köklerimize baktığımızda kültür köklerimiz kaynağını İslamiyetten ve tevhid inancından alır. Dolayısyla ders kitaplarında tevhidin gereği olan yaratılışa yer vermekten önemli ne olabilir?
Diyorlar ki yaratılış bizi geriye götürür. Bundan dolayı ilerleyemeyiz. Acaba öyle midir! Bence bir gözümüz mazide bir gözümüz istikbalde olmalı. Mazimizden güç ve ilham alarak ve yeni bilgiler üreterek istikbale yürümeliyiz. Maziye baktığımızda yüzümüzü aşağıya indirecek ve bizi utandıracak bir şeyimiz yok ki. Miladi 700 yıllarından 1500 lere kadar 800 sene bilimde ve teknikte biz dünyada öncüymüşüz. Batı, bilimi bizden almış ve ilerlemiş. Bunu kendileri de itiraf ediyorlar.
Metalde zamanla yorgunluk olduğu gibi, bilim ve teknikte de zamanla bir yorgunluk ve rehavet ortaya çıkıyor. 1500’lerden sonra duraklamış ve sonra da gerilemişiz. Ama yok olmamışız. Küllerimizden tekrar doğmuşuz ve yavaş da olsa ilerliyoruz. Bu yetmez daha da hızlanmalıyız.
Gençlerimize mazideki 800 senelik başarılarımızı anlatabilirsek onlara ümit ve çalışma azmi aşılamış oluruz. Bu da tevhide dayalı yaratılış gerçeğini vermekle olur. Çünkü geçmişte 800 sene bilimde öncü olan ve sayısız keşiflerde bulunan İbni Sina, Farabi, Heysem, Biruni ve Cezeri gibi sayısız müslüman bilim adamları öyle yapmışlar. Kutsal kitabımız Kur’andan ilham alarak çalışmışlar ve ilerlemişler. Elbette kendilerinden önceki bilgi birikimini de basamak yapmışlar. Zaten bilim tek bir milletin malı değildir. Kim çok çalışırsa o ilerliyor. Biz çok çalışırsak biz öne geçer ve öncü oluruz. Bunun için yakıtımız inancımız olacaktır.
Bir biyolog akademisyen olarak söylüyorum. Biyoloji dersinde canlılar incelenir. Hayvan ve insanın göz, kulak, beyin gibi yapıları; bitkinin yaprak, çiçek ve meyve gibi yapıları ve bu yapıları teşkil eden hücreler ve bunların görevleri araştırılır.
Bunlar anlatılırken ya diyeceksiniz ki bu yapılar tesadüfün eseridir ve kendi kendine olmuştur veya doğa yapmıştır veya evrimle olmuştur. Ya da diyeceksiniz ki bu yapılar ilmi ve kudreti sonsuz bir yaratıcının (ki ona Allah diyoruz) eseridir. Çünkü canlıları incelediğimizde akılları hayrette bırakan bir ilim ve bilginin eseri oldukları anlaşılıyor. Zaten biyoloji, bilgisini canlılardaki mükemmel sanattan ve derin bilgiden alıyor. Ama mevcut ders kitaplarında yaratıcı yerine konulan tesadüf, doğa ve evrim gibi şeylere baktığımızda bir canlıyı yaratacak bilgi ve güç onlarda yoktur. Var diyenin aklından şüphe edilir. Bu arada her şeyi Allah yapıyor deyip bilimi gözardı etmiyoruz. Canlılardaki faaliyetlerin nasıl gerçelleştiğini bilimsel yöntemlerle inceleyip neden ve niçin? Sorularını sorarak araştırıyoruz.
Bir gün Mimarlık Fakültesinde okuyan öğrencileri hocaları sınıfta anlattığı cami mimarisini sahada göstermek için Süleymaniye camisine götürmüş. Önce caminin dış morfolojisini sonra da içine girerek caminin iç anatomisini göstermiş ve açıklamalarda bulunmuş. Kullanılan taşların ve mermerlerin özelliklerinden, direklerin nerelerden getirildiğinden, kubbenin nasıl örüldüğünden ve caminin akustiğe uygun olarak nasıl tasarlandığından filan anlatmış. Öğrenciler hayrette kalmışlar ve sormuşlar. Hocam bu cami kimin eseridir? Hoca demiş; onu sormayın arkadaşlar. Orası metafiziğe girer ve bilimsel olmaz. Ancak şöyle diyebiliriz; kendi kendine olmuştur, doğanın eseridir ya da çok eskiden burada bir kulübe varmış, evrimsel süreçte milyonlarca yılda çevredeki taşlar üst üste yığılmışlar ve böylece bu cami evrimin bir eseri olarak o kulübeden evrimleşmiştir. Bunların hepsi bilimseldir demiş. Öğrenciler şaşırıp kalmışlar. Akılları allak bullak olmuş.
Şimdi size soruyorum değerli okuyucularım. Bu cami kimin eseridir? Mimar Sinan’ın mı? Yoksa yukarıda bahsedilen şeylerin mi? Tesadüf, doğa ve evrim gibi şeylerde bu sanat eserini yapacak ilim, sanat va tasarım bilgisi var mıdır?
Her bir canlı ve o canlıyı teşkil eden hücreler bu camiden çok daha mükemmel yapılardır. Mukayese bile edilemez. Çünkü canlılar ve onların yapı taşı olan hücreler adı üzerinde canlıdır. Cami ise cansız taşlardan yapılmıştır. Üstelik canlılar ve hücreler çoğalarak kendisi gibi canlıları ve hücreleri verme özelliğinde yaratılmışlardır. Camide bu özellik yoktur.
Bir de şunu söylemeliyim. Canlıyı inceleyen öğrenci ondaki mükemmel sanatları ve tasarımı gördüğünde Rabbine olan imanı kuvvetlenir. Daha çok öğrenmek ister. Acaba şu canlı nasıl bir yapıda yaratılmış ve Yüce Allah şu organın görevini yapabilmesi için hangi mekanizmayı ona vermiş? Bu mekanizma nasıl çalışıyor? diye merak eder. Merakını gidermek için de çalışır. Bu bir motivasyon gücü değil midir? Bunun yerine aklı, fikri ve ilmi olmayan doğa ve evrim gibi şeyleri koymak ne kadar saçmadır!
Her birisi Rabbimizin birer harika sanat eseri olan canlıları inceleyip de bunların sanatkarı olan Yüce Allah’a hiç atıfta bulunmayıp yaratma fiilini doğaya ve evrime vermek büyük bir vefasızlık ve saygızızlık olmaz mı?
Yazar
Prof. Dr. İsmail KOCAÇALIŞKAN
Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölüm