Genlerin kendi yapılarını ifade edemez duruma gelmelerine “Gen sessizleşmesi” adı verilmektedir. Yani bir genin, maruz kaldığı bir etki sebebiyle tesirini gösterememesidir.
Gen sessizleştirilmesi, gen düzenlenmesinde etkili olan epigenetik süreçleri ifade etmek için kullanılan genel bir terimdir. Bu terim genel olarak genetik materyalin modifikasyonu dışında diğer bir mekanizma ile bir genin kapatılması ve ifade edilemez hale gelmesi anlamına kullanılmaktadır. Hücrede normal şartlar altında ifade edilen bir gen, bu mekanizma ile kapatılmakta ve sessizleştirilmektedir.
Bir takım sebeplerden dolayı bazı genlerin sessizleşmesi sonucu birçok enzim aktifleşir veya pasifleşir. Enzimlerin bu şekilde değişime uğraması, kanser ve diyabet gibi hastalıkları başlatabileceği gibi, bu hastalıklardan korunmaya da yardımcı olabilir.
İnsanın bütün özelliklerini ihtiva eden genetik yapı, temelde nesiller boyu aynı kalmakla birlikte, çevrenin fert üzerinde en az hayat boyu bazı kalıcı etkiler sağladığı da görülmektedir. Metil veya etil gruplarının değişimini sağlayan her etkinin, doğrudan veya dolaylı olarak ferdin hayatına tesir ettiği anlaşılmaktadır. Bunlar göz önüne alındığında, yenen gıdaların cinsi ve şekli kadar, haram ve helal olması da, insanın bünyesinde epigenetik yapıya tesir eden değişiklikleri sağlayabileceği anlaşılıyor.
Özellikle kişinin haram yiyeceklerden kaçınmasına hem hadislerde ve hem de ayetlerde işaret edilmiştir. Kur’an’da temiz ve helal şeylerden yenmesine sıkça yer verilir.
“…O peygamber onlara ma’rufu emreder, münkerden nehyeder, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar…”.
“Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helal şeylerden yiyin!…”.
Bir hadiste de;” Kişi ağzına haram bir lokma götürse, kırk gün duası kabul olunmaz” buyrulur
Hadislerde yiyeceklerin anne karnındaki bebeklere tesir ettiğine dikkat çekilir:
“Anne adaylarına armut yedirin ki; evladın güzel ahlaklı olmasını sağlar. Armut yemek, kalbi kuvvetlendirir, mideyi temizler, kalbe sefa verir ve çocuğun cesur ve güzel olmasını sağlar”.
Bir başka hadiste de şöyle buyrulur: “Hamile kadınlara kondur yedirin zira kondur çocuğun anne karnındaki yemeği olacaktır ve sağlam yürekli ve çok sabırlı olmasını sağlar”.
Haram gıda ile beslenen vücudun ibadet etmeye istekli olmadığı, haram lokmanın 40 gün tesirini icra ettiği gibi hususlar, bu epigenetik değişikliklere birer işaret olarak algılanabilir.
Nitekim yenen besinlerin insanın davranışları üzerindeki etkili olduğu günümüzde doktorlar ve biyologlar tarafından da ileri sürülmektedir. Doktorlar anne adaylarına, bebeğin anne karnında sağlıklı gelişmesi ve o bebeğin dünya hayatında davranışlarına menfi yönde etki edecek beslenme ve yaşam tarzlarından kaçınmalarını öğütlemektedirler. Mesela, annenin hamile iken çok kırmızı et yemesinin, bebek erkek ise, onun gelecekte sperm sayısını olumsuz yönde etkileyebileceği ifade edilmektedir.
Epigenetik genelde normal genetik prensiplerle izah edilemeyen değişimleri ifade etmek için kullanılır. Canlının genetik yapısını tayinde görevli nükleotid düzeninde hiçbir değişim olmadığı halde, canlının dış görünüşünde, yani fenotipinde bazı farklı karakterler ortaya çıkar.
Bunun sebebi, bazı çevre şartlarının etkisiyle, genetik yapıyı tayinde görevli DNA’nın bazı bölgelerinin geçici olarak kapatılmasıdır. Kapatılan o bölgelerin genetik yapısı okunmadığı için, oradaki genlerin etkisi canlıda görünmemektedir. Bu duruma gen sessizleştirilmesi denir.
Bunun en sık görülen biçimi; genetik harflerin metil (-CH3) molekülleri ile geçici olarak kapatılıp, o bölgenin görevinin durdurulması şeklinde çalışır. Bu durumda kapatılan gen bölgelerinden üretilen protein miktarı azalır ve bu azalma sonucunda canlıda renk değişimi ve boy kısalması görülebilir. Bitkilerde yaprak yüzeyinin daralması gibi birçok özelliği etkileyen böyle bir yapıdır.
Epigenetiğin faydası, canlının değişen çevre şartlarına uyumunu sağlamaktır.
İnsanın cilt rengini tayinde melanin adı verilen bir protein görevlidir. Bu melanin pigmentleri ekson gen bölgesine kodlanmıştır. Bu genlerin işleyişi ise bir intron gen bölgesinden kontrol edilir. Normalde bu intron bölgelerin bir kısmı genetik harflerin uçlarına metil grupları bağlı olarak yaratılmıştır. Burada belirli ve az miktarda melanin üretilir. Ancak deri uzun süre güneşe maruz kalırsa, bu metil grupları genlerden koparılır. O zaman daha çok melanin üretilir. Böylece derinin rengi daha esmerimsi bir hal alır.
Ağır işlerde çalışan veya yoğun spor yapan kişilerin kaslarının gelişmesi, boylarının uzaması veya kısalması gibi değişikliklerin hepsinde aynı mekanizma işletilir.
Çevreye bağlı bütün bu değişler adaptasyon olarak da adlandırılır. Son zamana kadar bu değişimlerin sebebi olarak mutasyonlar gösteriliyor ve mikro evrim olarak adlandırılıyordu. Canlılarda bu mikro evrimlerin birikmesiyle makro evrimin yani bir türün başka bir türe dönüşünün gerçekleşebileceği ileri sürülüyordu.
Günümüzde adaptasyon mekanizmasında mutasyonlar değil, epigenetik işleyişin tayin edici olduğu anlaşıldı.
Bu metilasyon olayı iddia edildiği gibi sonradan çevreden kazanılmış bir avantaj değildir. Canlıların çevresel değişimlere ayak uydurabilmesi için yaratılmış ve takdir edilmiş olan bu işleyiş, o canlının yaratılışında Rabbimiz tarafından verilmiş bir ikramdır, bir avantajdır.
Bu genetik işleyiş önceden hesaplanmış ve genetik kodlara bu işleyişin nasıl yapılacağı da kodlanmıştır. Dolayısıyla bu metilasyon işleminde görev alacak enzimler ve bu enzimlerin çalışma kanunları da genetiğimizde mevcuttur. Yani bu tesadüfi ve rastgele bir işleyiş değil, aksine mühendislik gerektiren, çok dikkatli planlanmış bir olaydır.
On dokuzuncu yüzyılda DNA’nın keşfedilmediği, genetik işleyiş mekanizmalarının bilinmediği ve epigenetiğin hiç konuşulmadığı bir dönemde, Darwin’in ispinoza kuşlarında gagaların uzayıp/kısalmasını gözlemleyerek ortaya attığı evrimci yaklaşım günümüzde de evrimciler tarafından ısrarla sürdürülmektedir.
DNA’nın ve epigenetiğin anlaşıldığı bu dönemde, 150 yıl önceki evrim zihniyetinde ısrar, bilimsel düşüncenin değil, ateizmi esas alan ideolojik bir saplantının ürünüdür.